20 Ağustos 2014 Çarşamba

8 Mayıs 2012 Salı

oh hiroshima

özetle: isveç'ten çıktığına şaşırmadığım güzellik.

son olarak: "resistance is futile" :)

7 Mayıs 2012 Pazartesi

i am waiting for you last summer

merhaba üzgün kuş. uzun bir vakit sonrasında ilk "kim bunlar?!"ımı last.fm'in önermekten bir hâl olduğu gruplara ayırayım dedim. i am waiting for you last summer, bunlardan biri. kendilerini last.fm'e bahşettikleri free download'ları ile tanıma fırsatı buldum, az buz değil, 4 farklı albüm ismi görüyorum şu an toplamda 15 şarkıda. bunlardan birinin özellikle "elektronik" olması dikkatimi çekti, diğerleri fena değildi. elektronikle büyük bir derdim olmasa da, çok desteklediğim söylenemez (ve bu sebeple de 65dos'a para ayıramadık bu arada, birlik beraberlik ve paraya en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde 100 lira çok geldi :(( ), o yüzden "edge party"i ve grubun elektronik sorumlusu dj leo'sunu pek tasvip edemedim. öte yandan "come full circle"ı daha çok sevdim sanırım kalan üçü arasında, yine biraz daha zamana ihtiyacı var bende, çünkü, daha yarım saat önce gönderdiğim postta da belirttiğim şekilde, epiği şeyapamadım. ama olabilir, önyargı dolmayalım, sakin olunuz. daha 2010'da toplanmışlar, bir de fotoğraflardan anladığım kadarıyla pek gençler. eğer leo kardeş grubu ele geçirmezse ileride bir şeyler elde edebiliriz. bakalım bakalım.

sevgili sevgisiz üzgün kuş,

merhaba.

bu sana son birkaç aydır "evet, bu sefer yollayacağım" diye başladığım 3 veya 4. postum. bir derdim var, nasıl anlatayım beceremedim. hoppadanak anlatımlarda çok iyi olduğumdan, bari başlayayım hemen.

seni unuttuk sanıyorsun, haklısın. hayat/geçim derdi, varoluş sıkıntısı filan derken doğru düzgün müzik dinleyemedik bile. dinledik aslında, ama "üf bu neydi yeaa" diye dert etmeden. emre adına konuşmayayım, ben arada düşündüm, "nedir bu bıkkınlık?" dedim. "post-rock ölmüş abiee" zırvası bir yana, neden dönüp dolaşıp aynı şeyleri dinliyorum, yanlarına yenilerini ekleyemiyorum, anımsayamıyorum diye düşündüm, "yeni bişiler dinleyeyim yaa" derken neden aniden kendimi mer de noms dinlerken buldum diye sordum, sorguladım. önceki postların genelinde bir ortak nokta varmış mesela, "epiği nerede bunun?" demişiz, burada hata bizde sanırım. tabii ki dinlediğim her şey bir gy!be, bir sigur rós, bir yndi halda olmayacak. oturup da zaman vermek gerekebiliyor, aynen followed by ghosts örneğinde olduğu gibi. emre yine benim gibi faşist olmadığından çok daha fazla açık olabiliyor yeni albümlere, bense 2009 sonrasında çıkmış her albüme zaten önyargılı yaklaşıyorum filan, hoş şeyler değil bunlar (kontr-atak: emre de post-rock ve dredg'den başka bir şey dinlemiyor). işin bizle alakalı olmayan kısmı ise (en azından bizle alakalı olmadığını umut ediyorum, diyeyim) sanki daha az hikaye anlatıyor şarkılar. daha jenerik; bir formül varmış, çözmüşler ve onu uyguluyorlar. "epiği nerede bunun"un cevabı burada gizli olabilir, benim faşizanlığımın kökleri buraya iniyor olabilir. nedir hikaye? böyle rengarenk, bazen simsiyah, bazen bembeyaz, ama sonra hemen her renk, her yerde, spilum endalaust. karışır-karışmaz o tamamen hikayenin gidişatına bağlı. ("hikaye" dememin sebebi meslekî deformasyon olabilir, başkası başka bir isim vermiş olabilir filan, her ne ise.) bu dediğimi de herkes yapıyor değil, ama last.fm recommendations listem asla sonlanmadığından belirtme gereği duyuyorum: zibilyon grup var ulan. dolayısıyla daha zor oluyor, ama yine de bu demek değildir ki post-rock ölmüş. justin bieber da pop yapıyor ama pop öldü demiyorum örneğin, gerçi sürünüyor ama neyse, o başka bir konu.

bu hikaye meselesine ara ara kafa yoruyorum (özellikle de bir sonraki güne yetiştirmem gereken sunum neyin varsa), biraz fazla takıyor olabilirim, doğrudur. ama işte, bana bir şeyler anlatsın, bende bir yeri olsun istiyorum, böyle anımsıyorum isimleri - bu şekilde "bu kimdi yeaa?!" olmuyorum. sadece müzikte değil bu, kitaplar ve insanlar için de geçerli (geniş düşününce, çok farklı kategoriler değiller). bir yerden sonra beynim hatırlamayı mı reddediyor, yoksa balık yememe işini abarttım mı diye kendimi sorguladım da, yok. bir şekilde kodlamak gerekiyorsa hatırlamak için, hatırlanmak için de bir hikayesi olması gerekiyor. EPİK bir hikaye olmasına gerek yok, anlatsın, beyin geri kalanını halleder (üstelik artık balık da yiyorum, kafa göz kol bacak önüme sunulmadıkça tabii), değil mi ama.

özetle budur derdim üzgün kuş. şu bir hafta umuyorum ki sana biraz daha ilgi gösterebileceğim, sonrasında ise ne olacağı bilinmez, çünkü malum diablo 3 geliyor. yapacak bir şey yok. sevgilerimi sunuyorum.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Stubborn Tiny Lights VS Clustering Darkness Forever OK?

sevgili üzgün, sevgili hüzün, sevgili çürük yumurta kokusunu kendine parfüm edinmiş kuş. iyi habelerle geliyor gibi gösteriyor ama sırtımda yumruğumu çok sert saklıyorum. sevinebilirsin ama kroşe geliyor. kendim için the next big thing'i buldum. ama nası buldum? ismi muhteşemlikte çığır açma sınırlarını zorlayan bu grup öyle güzel ki... ama o ne güzellik. ama o ne derinlik. last.fm'de sadece ikibin kişi tarafından bilinmesine ise adeta kahredici *baam, sağ kroşe. adamlar kimse sevmiyor lan müziğimizi bırakalım der diye düşündüm, düşündükçe üzüldüm. kahroldum ama müzik. ama o albüm. ama o 4 şarkı. sanırım 4 şarkı'dan oluşan albümlerde bir büyü bir efsun var. şarkılar en az 10 dk, bazısı 20 dk. ama olsun bir 30 dk olsun bir 40 dk daha olsun istiyor insan. öyle güzel. yndi-halda güzel. daha ne diyim. üzül kuş,

23 Aralık 2011 Cuma

3nd

inanılmaz ama gerçek: severek dinlediğim bir başka japon grup.

(hayatımda hiç ırkçı olmadım ama japonların kültürlerine de alışamadığım bir gerçek. yani şey... çok "mutlu" değiller mi sence de üzgün kuş?)

17 Aralık 2011 Cumartesi

3epkano

baştan söyleyeyim: bu grubun adı nasıl okunur, bilmiyorum.

şimdi contemporary classical diye bir tür var hani, pek popüler oldu. işte "before it was mainstream", bu 7 kişilik grubumuz bu işi yapıyorlardı diyebiliriz. yani en azından 2004ten beri yapıyorlar. işin içine yaylılar girdiğinde benim aklım çeliniyor şahsen, ama, ama! düz gelip düz gidiyor be üzgün kuş. hani son zamanlarda emre ile ortak bir sıkıntımız var, dinlediğimiz müziklerde "epik" bir şeyler arıyoruz ama bulamıyoruz. bunda onu da aramadım, elimdeki 2 albümlük 20 şarkı boyunca bunun aslında 20 şarkı uzunluğunda tek şarkı olmadığını bana gösterecek bir şey bekledim. olmadı. yine de yaylılardan dolayı gideri var desem de, bana küçük sürprizler yapmasını isterdim. üzüldüm o açıdan.
:(

6 Aralık 2011 Salı

Autumn In Hiroshima

merhaba üzgün kuş, seninle autumn in hiroshima hakkında iki çift laf yapmak istiyorum. bu arkadaşların a sleeping portrait of klara isimli albümünü 4 kere baştan sona dinledim, birinde pür dikkat birinde iş yaparken vs.ya şarkılar tek tek bakınca baya güzel gibi ama hiç akılda kalmıyor, akıyor gidiyor. tamam post-rock ile iş yapmak çok keyifli olabilir ama bu kadarı bence biraz fazla. epiği az kalmış yani. yinede umutlu olmak lazım 2. albümde belki mesafe kat ederler. neyse üzgün küş, üzgün kalmaya devam.

29 Kasım 2011 Salı

you.may.die.in.the.desert

merhaba üzgün kuş, nasılsın?
sanırım seni çok üzdük bu geçen süre zarfında. olsun. hayat da böyle bişi zaten. bugün you.may.die.in.the.desert kahvaltı sonrası konuğum oldu. ders çalışmamak için elimden geleni yaptığım şu günde beni anladı, destek oldu. seattle'danlarmış, bir sevindirik oldum, daha bir severek dinledim. zaten tür olarak da böyle deneyseller, math rocklar, post bir şeyler diyebiliriz, başarılı yani. tek eksiği "epik" bir yanı olmaması. bu büyük bir sorun, şımarıklık. hani o kadar çok güzel müzik var ki, "daha da!" istiyorsun, "güzel" dediğin şey zaten ortalama kalıyor.
neyse kısa keseceğim, ama bugünlük de böyle olsun. bears in the yukon albümleri 2006da çıkmış, bir sonraki albüm için "2011'de bir ara" çıkacak demişler, çıktıysa onu da dinlerim artık.
sevgiler saygılar seattle'a buradan.

14 Kasım 2011 Pazartesi

followed by ghosts

üzgün kuşu üzmek gerekiyor. sürekli ilgi gösterilen kuş üzgün kalabilir mi? kalamaz! o yüzden az ilgi... bahabemizi verdiğimize göre yıllardan sonra gelen ilk girdimize girebiliriz. (ikileme) followed by ghosts mervanım ile benim post-rock keyiflerimizin kesiştiği noktada bulunan nacizane bir grup. 2007 ve 2008 de iki albüm yumurtlamış bu kuşlar bi arada dağıldı. sonra geri toplanıp bizi sevindirdiler. şimdi de Still, Here adlı bir albüm daha çıkarmışlar. İlk albümün tadını vermese de dinlenilesi, gelecek için umut vaad eden bir albüm güzel yani. ahanda şuradan dinleyebilirsiniz: şurdan

3 Eylül 2011 Cumartesi

kyte

uzuuun bir aradan sonra merhaba üzgün kuş. seni unuttuk sanmıştın değil mi. aslında hayır. sadece bir yaz mevsiminden beklenmeyecek kadar yoğun ve dolayısıyla da yorgun idim, idik.
arada birkaç yeni grup denk geldi dinledik, "bu kimdi yaa" dedik, anımsamaya çalıştık, benim klavyemin ç, o ve 0 tuşları bozuldu filan derken hayat bir garip oldu. tatil yapamadım bir de, bu üzücü kısmı. ama dredg konserine gideceğiz tatil niyetine, o güzel olacak. neyse konuyu dağıttım. kyte diyecektim de, başta bi hasret gidereyim demiştim. kyte. bu ingiliz abileri 2009 başlarında bi dinleyip geçmişim, albümleri erased tapes'den çıkmış olduğuna göre olafur'dan (eski ev arkadaşım, you know) duymuş olmam kuvvetle muhtemel. taglerimiz arasında ambient-electro-pop var, insanda bi "bu ne lan dskjfsljd" hissiyatı uyandırsa da, dinleyince "ayyyyy <3" moduna giriveriyorsunuz. yalnızca ilk self-titled albümlerini dinlemiş olmakla beraber "sunlight", "these tales of our stay" ve "they won't sleep"i özellikle öneriyorum, öte yandan bir albümü baştan sona dinlemeyince o albümün arkamızdan ağladığı inancımı da burada itiraf ediyorum.
ayrıca post-rock yazarız diye açtığımız bu blogu da hipster bişi yaptım ya iyice, neyse.
son olarak bloggerın bu yeni arayüz şeysi güzel olmuş ama alışmam zaman alabililililerle.

31 Temmuz 2011 Pazar

23 Mayıs 2011 Pazartesi

buried inside

benim gibi sevgi, barış ve kardeşlik insanlarına böğböğböğürtülü şeyler dinlemek hiç yakışmıyor.
böğürtüyü kapamanın bir yolunu bulursam tamam, müzik fena değil. gençken öyle şeyler dinlemişliğim var.

örnek: spoils of failure'dan VI. 2. dakikada böğürme başlayana kadar "aha olmuş bu" diyordum, sonra hayallerim yıkıldı.

asbestoscape

sevgili üzgün kuş,
bazen diyorum ki grupların şu biyografilerine hiç bakmayayım. ama elimde değil. last.fm bio sayfasında edebiyat sıçan, müziği içinse çok da farklı şeyler söyleyemeyeceğiniz gruplardan biri bu asbestoscape. tam aradığım ambient türünde bir yandan, öyle garip elektronik sesler yerine gitar var mesela. çok da bildiğin o klasik post-rock çizgisinde değil, bu da artı bir özellik. ama şu nedir allaşkına:
"Often evoking the same vibe as Akira Yamaoka’s scores for the Silent Hill series of video games as well as Angelo Badalamenti’s work for David Lynch, Asbestoscape is best taken on its own terms. Almost impossible to classify, one should probably just enjoy Asbestoscape’s soulful, beautiful and melancholy blend of styles."
buradan gruplara önerim: eğer biyografi kısmını kendiniz dolduracaksanız lütfen factual bilgiler kullanın, edebiyat sıçıp kendinize çok derin anlamlar yüklemenize gerek yok. müziğin kendisi yeterince anlamlı zaten.
buradan dinleyicilere önerim: sevdiğiniz grupların size yaşattığı o çok anlamlı felsefik şeyleri başkalarının da hissetmesi gerektiğini düşünmeyin. diğer insanları aptal yerine koymakla eşdeğer bişi bu, ayıp.

neyse, sonuç olarak grup kimlerden, nereden nasıl oluşmuş bilmiyorum. müzik fena değil, ama çok da akılda kalmıyor sanki. bir de bio'yu gördükten sonra önyargıönyargıönyargı oldum, o yüzden de olabilir.

19 Mayıs 2011 Perşembe

followed by ghosts

emreciğimin sinir olduğu bir özelliğim vardır, bir şeyi çokçokçok sevmiş ve benimsemişsem kimseyle paylaşmak istemem. benimdir o. sadece benim! bu bencilliğin de bir sınırı var tabii, bazen bazı şeyler öyle güzel oluyor ki "bunu paylaşmalıyım, herkes sevmeli!" diyorum. işte o şey'lerden biri followed by ghosts.
emrecim last.fmden göndermiş "bak çok güzel" diye, bir baktım ki 2008 eylül'de bir dinleyip geçmişim. kafama sıçayım dedim üzgün kuş. düşün. yanlış hatırlamıyorsam yndi halda'yı da o tarihlerde bulmuştum, o yüzden başka hiçbir şeye ilgi göstermemiş olabilirim, doğrudur. şimdi ise "yndi halda'ya kuma geldi" diyor emre beyler, öyle bir haldeyim evet.
last.fm biolarında gy!be ve explosions in the sky'dan etkilendikleri yazıyor ve bu "şu gruplardan etkileniyoruz" muhabbetini sevmesem de hak veriyorum kendilerine, ama daha çok explosions in the sky kısmına. ilk albüm the entire city was silent, özellikle de clear blue sky ve akabinde manifest destiny apayrı şeyler. sözlükte biri "mutlu post-rock" gibi bir şey demiş, mutlu değil ama umutlu diyebiliriz.
bu arada önemli bir bilgiyi de söylemeden geçemeyeceğim. bio'nun ilk cümlesinde aynen şu yazıyor: "Followed by Ghosts was an instrumental band from Iowa, United States." cümlenin yüklemine dikkatini çekerim: WAS. her güzel şey gibi bunlar da bitivermişler. fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla "velet" diyebileceğimiz yaştalarmış, maysipeyslerinde de çeşitli procelerle müziğe devam ettiklerini yazmışlar, bakalım daha görecek miyiz isimlerini.
kısaca, çok sevdim be üzgün kuş. o kadar sevdim ki, sen de sev istedim.

14 Nisan 2011 Perşembe

the burning paris

hiç birşey diyemiyorum üzgün kuş. bu grup vokalli ama bence damardan post-rock. üç gündür ne üzgün kargalar, serçeler, güvercinler sıçtım bir bilsen. ki bilmen çok kolay, dinle. hele let's watch the world collapse. off üzgün kuş of.

8 Nisan 2011 Cuma

*shels

uzun bir aradan sonra merhaba üzgün kuş.

bu sabaha karşı bir peypır bitirmenin sevinciyle uykuya daldığımda kafamdan tek geçen "yarın müzik dinleyebilcem!!!"di. aradan birkaç saat geçti, uykumu aldığımdan değil ama açlıktan uyandım. hani, bildiğin açlık. ama bir şey yemeden hemen müzik açayım dedim, yeni bir şeyler dinleyeyim filan. *shels çıktı, hakkında hiçbir şeye bakmadan dinlemeye başladım. müzik güzeldi, vokal birine benziyordu, bir dakika, oh noes, böğürüyordu.

tabii keşke en azından albümlerin kronolojisine baksaymışım dedim. ilk dinlediğim laurentian's atoll, sea of the dying dhow albümü ile aynı yıl (2007) çevrenin ilgisini çekmek üzere, daha sonradan çıkarılmış. başarılı olmuş mu bilemem, bu albümleri nereden aldım bilmiyorum keza. emre'den olabilir, neden olmasın. ama ben sea of the dying dhow'u kesinlikle çok daha beğendim, laurentian's atoll'da muntazaman bir böğürme söz konusu. arada ortak water var, o da wingsfortheirsmiles ile birlikte benim favorim oldu zaten.

öneri: water, wingsfortheirsmiles, the conference of the birds, the white umbrella, the killing tent

16 Mart 2011 Çarşamba

Neil On Impression

selamlar, deneysel bir blog entrisi ile karşınızdayım, bu blog yazıntısı ile deniyşik birşey yapmak istiyorum. az önce Neil On Impression grubun L'oceano Delle Onde Che Restano Onde Per Sempre* albümünü indirdim ve ilk şarkı benim çok büyük bir beğentimi kazandı. bu yüzden şarkı şarkı grup hakkındaki yorumlarımı siz kuş üzücülerle paylaşmak istiyorum.

1. irlanda : italyanlar da ireland'a irlanda mı diyor acaba**, grup italyan, şarkı ismi "irlanda". çok acaip. ama şarkı çok güzel, hem de öyle böyle değil çok güzel. çünkü hem benim hem mervenin seveceği tarzda, ikimizin damak tadının tam ortasında, bildiğimiz post-rock üstüne keman veyahut bir iki üflemeli çalgı eklediğinzide zaten kendini aşıyor, ki bu şarkı da öyle, temelde iki bölümden oluşuyor, ilk bölüm daha haraketli bir görüntü çiziyor, özet; güzel.

2. barone : ilk şarkıdan oldukça güzel bağladılar, albüm boyu bir çizgiyi sürdürürler umarım. piano/keyboard da girdi işin içine, ekipman olarak karışım tam istediğim gibi, post-rock çizgisine oranla davullar biraz silik kalmış ama olsun, melodiler, pasajlar oldukça başarılı, seviyorum. hmm yaylılara ani geçiş, hurra! vay, vay. şarkının tepe noktasına ne güzel bağladılar öyle, hem de bi sn es, haydi hep beraber yardırıyoruzdan öte güzel bir trafik ile geçiş oldu. epey tuttum ben bu grubu.

3. Il faro E La Barena : balmorhea?, bir geçiş şarkısı gibi duruyor bu parça, gitarist bi dur, davulcu kafa siktin demişler, ve yaylılarla üflemeliler 2 dklığına kaydı elegeçirmişler gibi. ama olur yer yani, dur bakalım albüm buradan nereye gidecek, heycan içindeyim üzgün kuşların sorumsuz ebeveynleri.

4. Il Giardino Dei Riflessi : hmm bir önceki şarkının olayı bu şarkıya hazırlık yapmakmış, bu şarkıya girizgah olmakmış. rtimler biraz daha güzelleşti, şarkının girişi oldukça ümit vaadedici, hadi bakalım. HMM, bu grup ani geçişleri çok farklı bir şekilde çözmüş, aniden çoşan/durulan anlar yerine, aktif enstürmanları bir anda değiştiriyorlar, melodide tekrarı bırakıp yeni bir yola giriyor. Vallahi sevdim, olmuş bence.

5. Glarontrlkla : gene bir pasaj şarkısı, gene 2 dk civarında, gene oldukça güzel.

tüm albüme yorum yapmak istiyordum ancak fikir değiştirdim, bundan sonrasını siz kuş bükücülere bırakıyorum, albümü bence edinin, en az birkez bi dinleyin. sirenssound'da linkeri mevcut.

*The ocean waves that remain To Forever (teşekkürler google translate)
** google translate'e göre "irlanda" italyanca ve ispanyolcada da irlanda demek.

10 Mart 2011 Perşembe

gifts from enola

kuşların boynunu büktüm sevgili okuyucular. zaten üzgündüler, bir de sahipsiz kaldılar. herhalde mevsimlerden ötürü, eski bildiğim tanıdık müziklerin sıcaklığında geçirdim günleri. yeni gruplar yeni müzikler dinlemez oldum son zamanlarda.

ama gifts from enola, uzun zamandır arşivde olan, bir iki şarkı dinleyip kapattığım ve böyle yaparak çok büyük haksızlık yaptığım bir grupmuş. bu yorumu sadece tek bir albüme (2009 yılında çıkmış olan) From Fathoms'a dair yapıyorum, diğer iki albüm sırada, mutlaka dinleyeceğim.

albüme dönersek aslında çok başarılı bir albüm. şarkılar tek tek çok başarılı, ki hatta trieste diye bir şarkı varki, climax noktası beni benden alıyor. hiç çekinmeden, şarkıların %50'sinin en az bir dominant climax noktası içeren post-rock türünde, benim karşılaştığım en iyisi. ama albüm olmamış. şarkılar olmuş, tek tek hepsi güzeller, en kötüsü bile idare eder ile iyi aslında arasında bir yere oturuyor. ama albümün bir teması bir havası yok, winamp* shuffle'da kalmış, farklı gruplardan farklı şarkılar dinliyor gibisiniz.

bakalım diğer albümlerde bu tema işi daha düzgün ise, bu yorumumu düzeltir, onlar hakkındaki ciklemelerimi de yazarım.

*winamp, çünkü wmp 12'nin flac desteği yok.

27 Şubat 2011 Pazar

everything is made in china

sevgili üzgün kuş,
şu genre şeyiyle aramın pek iyi olmadığını sana söylemiştim sanırım önceden. sevgili emrsag'ın aksine hiçbir şeyde kesin çizgilerim olmadığından "bu post-rock, bu shoegaze, bu vizigot" da diyemiyorum genel olarak, "ama bu da olur, şu da olur, her şey olur ki" diyorum. işte iyiden iyiye birbirine geçmiş genre'ler bu rusya'dan aramıza katılmış 3 arkadaşımız için de geçerli oluyor. post-rock diyebiliriz bir yandan, öte yandan vokal var, özellikle moving fragments'da "aha radiohead" dedim, ama hani bir aşure havası da vermeden shoegaze'i de katmışlar, ki bence bunlar kendi aralarında gayet dönüşüp karmaşıp güzel bişiler olabilirler, bahsettiğim türler lady gaga ya da kanye west'in yaptığı türden bir şeyler değil sonuçta.

neyse, olmuş diyor, sleepwalking dinlemeden bu arkadaşları geçmeyin diye de ekliyorum.

sevgiler,
alyenasyon.

6 Şubat 2011 Pazar

karma to burn

ya da "benim ayıbım".

alternatif başlığımızdan da görülebileceği üzere bir ayıp ettim üzgün kuş. term paper'ıydı, finaliydi ("yüksek lisansta final mi oluyomuş yeaa" diyen arkadaşlarımın gözlerinden öperim), işiydi gücüydü derken yeni hiçbir şey dinleyemez oldum. sadece dinleyememek değil sorun, okuyamadım, yazamadım, bakınamadım bile. ühühü. bu kadar zırlamadan sonra bugün denk geldiğim ve "omg nasıl haberim olmamış" dediğim bir grupla karşına çıkmış olayım değil mi. işte o grup, bu grup. karma to burn. hani kyuss vardı ya, biraz öyle ama aslında değil. last.fm free music player sağolsun ne var ne yok dinleyebiliyorum kendilerine dair, ama bu işin kötü yanı "şu albümle başlayın" da diyemiyorum. olduğu kadar. zaten evi toplamam gerekiyor, haftaya misafir gelecek. esen kal cikcik.

29 Aralık 2010 Çarşamba

from monument to masses

tekrar merhaba sevgili kuş gözlemcileri,
bugün ki konumuz, from monument to masses. hani nası anlatsam diye baya düşündüm, bilakis kendilerini dinlemeye başlayalı 1 aydan fazla süre oldu. kendileri bol monolog soslu, enerjik, çok hafif math-rock esintili, kolay tüketilebilecek, ama kaliteli müzik üretiyorlar. bir cümlede de özet geçtim, mutluyum. checksum albümün ilk şarkısı, merak edenlere önereceğim şarkı olur. bir adım daha atmak isteyenlere de '(millions of) individual factories' öneririm. öyle güzel şeyler bunlar.

27 Aralık 2010 Pazartesi

riding alone for thousand of miles

efenim, üzerinize afiyet, bir kabızlık halidir gidiyor, kuşlar şakımaz oldu.
neyse piyasaya bomba gibi dönmek, sansasyon yaratmak için konuya "fuck gy!be" gibi haddimi aşan cümlelerle girmek istedim, giremedim. malesef bu grup bana izin vermedi. hani amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok, gy!be ne yaptıysa alalım, aynı formülde şarkı üretelim demişler. hatta öyle ki Fallujah Sky, adeta bir east hastings; ikisi de feryat figan yakaran bir monolog ile başlıyor. east hastings'deki dediğine can-ı gönülden inanan amca "helleluyah!" derken, raftom'un bu güzide şarkısında müslüman olduğu "Allah-u Ekber" demesinden belli olan bir teyzemiz var. gerisi de aynı zaten yavaş gelişen, yaylalara yayılmış şarkılar.
hani güzel de, çok fazla gy!be gölgede kalmış bu abiler. madem yeteneğiniz var, yeni birşeyler üretin gençler, üstüne koyun.

5 Aralık 2010 Pazar

left

rasgele arşiv taramamızda, 5 aralık talihlisi left grubuydu, özet geçeceğim; ambient diye gitar'ı ilk öğrendiğinizde alıştırma olarak çalacağınız türden müziklerden oluşan bir potpori yapmışlar.

4 Aralık 2010 Cumartesi

irepress

uzun bir aradan sonra sabahın bu saatinde (duyduğum seslere göre kargalar boklarını henüz yemeye başladılar) burada ne işim olduğunu sorabilirsin elbette sevgili üzgün kuş. sorma. bugün, sonunda, tonlarca makaleden bir nebze kurtulup biraz nefes alabildim ve ilk işim müzik dinlemek oldu. nasıl acıkmışım. arşivde gezinirken irepress isimli amerikalı abilerimize rastladım, 2 de albümleri varmış bende, hadi bakalım dedim. bir süredir bir şey dinleyememekten kelli mükemmeliyetçiliğim tavan yapmış olsa gerek, müziklerinde kayda değer bir şey bulamadım, normalde 2-3. şarkıdan sonra hakkında ne yazacağım kafamda oluşurdu bile, bu sefer 2 albümü bitirdim, üstüne 4 farklı türden grup dinledim, hala yok. birazcık kalıp bir müzik ama post-rock kalıbı da değil tam, yok progresif de değil, "sludge" diye bir tag var last.fmde, bilemedim. yakın zamanda sindirip tekrar bir dinlemeyi, bu yazıyı da editlemeyi planlıyorum. bir farklılıkları da olsun yahu.

23 Kasım 2010 Salı

sawhorse

kısa keseceğim sevgili kuş severler. sawhorse bana oldukça godspeed you! black emperor'u hatırlattı. henüz dinlediğim ilk iki şarkısı da otantik soslu monologlarla başladı ve sonra aldı yürüdü. gayet uzun parçalarda; adeta beni bir geziye çıkartıp, evleri, yurtları, memleketlerinin dağları gibi yerleri gösterdiler & gezdirdiler.

6 Kasım 2010 Cumartesi

atlantic line

bu amerikan arkadaşların last.fm'de biyografileri yok. omg. neyse ki maysipeysleri var da, amerikan olduklarını öğrenebildim. ama bu kadar yani. önceden tekrar dinlemişim, ama şimdi bir daha ismini görünce "bu kimdi ya" dedim ve bari cumartesi sabahıma renk katsın diye düşündüm.
tagler arasında ambient var, durun, kaşınmayın! bu güzel ambient, hani ara ara gelen, jónsi'nin tjúúları gibi, ya da thom yorke'un psikopat sesi gibi ama tam da değil. indie-alternatifle güzelce harmanlanmış, artık "bu kimdi ya" demeyeceğim bir müzik olmuş.

1 Kasım 2010 Pazartesi

special others

evet, gün geçmiyor ki sirenssound bizi yepyeni gruplarla tanıştırmasın, değil mi ama. dünden beri psikopat gibi dinlediğim bu grubun oldukça sempatik bulduğum ismi "special others", üstelik japon olmalarına rağmen (fulya duysa çok üzülürdü. ya da üzülmezdi, "kdsjfdsjlfsdjl" diye gülerdi. ikisinden biri, kesinlikle arası değil). sirenssound bana math-rock dedi ama gayet caz füzyon neyin bişiler çıktı bunlardan. jam grubuymuş tam olarak last.fmden öğrendiğime göre, ve yeniden söylüyorum ki japonlar. neyse ki konuşmadan, sadece müziklerini icra ediyorlar. gayet iyi.

not: grubu ilk dinlemeye başladığımda odaya dalıp "üf abla, yine mi caz!" diye sitem eden çok sevgili kızkardeşim şeyma'ya buradan öpücüklerimi gönderiyorum.

31 Ekim 2010 Pazar

general lee

dostum buna post-rock demişsin ama post-metal çıktı. böğürüyor bir de.

not: 2 şarkı dayanabildim.

tripart

3 gündür baba ocağındayım. aslında 3 gündür istanbuldayım ama toplamda 1 gündür evdeyim diyebilirim. oldukça verimli bir haftasonu geçirdim, özellikle de son ana kadar alt kata inmemek için elimden geleni yaptığım ve nağme'nin popomu kaldırabilmek için "abi giriş ücretsizmiş" demek durumunda kaldığı ddr ve tripart performansları ile. ddr'ı zaten biliyordum, tripart hakkında da bildiğim tek şey indie-postrock yapıp önceden cover çalarlarken şimdi kendi bestelerine yoğunlaştıkları idi.
"abi konser süperdi yeaaa" diyemiyorum, bunu diyebilmek için yeterince çok performans izlediğimi söyleyemem. ama içtenlerdi, biraz da yolun başındalardı sanki, teknik problemler peşlerini bırakmadı derken yine de ben çok zevk aldım kendilerini izlerken. albüm nasıl acaba dedim, meğer second january ep'leri last.fmde halka arz edilmiş, hemen indiriverdim. 20 dakikalık bir şey zaten, çabucak sindiriliyor, öyle "post-rock bitmiş abi, hep aynı şeyler" moduna da sokmuyor kesinlikle. bir de aynı şehirden olmamız iyice sempatimi artırmakta elbette. ankara'ya döndüğümde sıla hasreti çekerken soframa meze olacaklar bundan gayrı.

30 Ekim 2010 Cumartesi

tenhornedbeast

bugün müzik arşivimin t dosyasına bir katkıda bulundum, amacım da o katkı hakkında bir yazı yazmaktı, hazır dün kendilerini canlı canlı dinlemiştim, mutlu olmuştum filan. birden durdum. t dosyamda "tenhornedbeast" adında bir grup vardı. "kimdi bunlar ya?" dedim ve sonra bu blogun amacını hatırladım.

"ambient" çok tehlikeli bir genre. mesela sadece rüzgar sesinden oluşan bir ses dosyası kaydedip kuul bir şekilde isimlendirdikten sonra türüne direkt "ambient" etiketini yapıştırabilirim. ya da beleşe bir sample bulup bunu herhangi bir kuul shareware müzik programıyla uzatıp kesip biçip sessizlikler arasına serpiştirip buna da ambient diyebilirim. bunun gibi müzik yapan binlerce dansöz var, ve bu malesef benim önyargımı besliyor ambient'a karşı.

tenhornedbeast'e gelince. bu ingiliz abimiz karısı ve 2 kızıyla beraber yaşayan bir insanmış, myspace ve türevlerinden nefret eden bir blogtutucuymuş aynı zamanda. my horns are a flame to draw down the truth isimli albümü 2009'da çıkmış ve benim anlamlandıramadığım bir müzik icra etmekteymiş. yaklaşık 55 dakikalık albüm. uyurken arkada çalınabilecek cinsten, ya da astral seyahat yaparken filan.

drone işinden pek anlamadığım doğru, ama bu kadarı da fazla bence.

28 Ekim 2010 Perşembe

27 Ekim 2010 Çarşamba

actarus

bu actarus için yazmaya başladığım 3. blog entrisi. sürekli engelleniyorum bir şeyler tarafından, ama bu sefer inanıyorum ki başaracağım.

math-rock diyecektim işte. ne güzel bir tür bu, ne güzel bir isim. matematiğe en son lise 1de gördüğüm parabollerden sonra elveda demiş idim, bu öyle bir elveda oldu ki arkama dönüp bakmadan kaçtım ortamdan. yine de bu kaçışım matematiğin nimetlerinden yararlanmama engel olamadı, ya da ben matematiğin kaçınılmaz varlığının hayatıma etkilerine böyle kılıflar bulmuş oldum, bilemiyorum. ama bu math-rock etiketini gördüm mü ister istemez bir sevgi doluyorum. çünkü farklı oluyor, türün kendi içindeki grupların kendi şarkıları bile ayrı bir hava taşıyor - öbür türlü makale müziği oluyorlar zaten.

actarus, bu lüksemburglu kardeşlerimiz, 2004 yılında dağılıp gitmişler, sonradan insanları çeşitli gruplarla müzik hayatlarına devam etmişler, arkalarında ise actarus'a dair 7 parça kalmış. dinlemek lazım.

23 Ekim 2010 Cumartesi

1908

1908'de çok fazla şey olmuş. spesifik olarak ne olmuş bilmiyorum ama, bu amerikalı arkadaşlar gruplarına bu ismi uygun görmüşler. belki yılla alakası yoktur, di mi ama. neyse.
akşam yemeğimize ilginç bir eşliği oldu 1908'in. the sun, the moon, the night, the light albümleri elektronik başladı, indie devam etti ki vokal abinin sesi emo idi gayet, sonra vokal gitti ve 5. şarkıdan itibaren sound tam post-rock oldu. son 2 şarkıda garip bir şekilde lo-fi indie oldu derken elimizde tam bir aşure vakasının olduğuna karar verdik.
her albümde farklı bir sound deneyen grup gördümdü, tarzını bilmemneden bilmemkime değiştireni de gördüm zamanla, ama aynı albümde bu kadar çeşitliliğe sanırım ilk defa rastlıyorum.
kendilerine showbiz'de başarı, bi de biraz karar verme yeteneği dileklerimi yolluyorum. xoxo, bye.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Shora

Baştan söyleyeyim, bu abilerin iki albümü var, ilki 2000 yılında çıkardıkları; türü hardcore olan yani böğürüklü, müzikal olarak bana pek bişi ifade etmiyen birşey, ama asıl 2005 yılında çıkarmış oldukları malval diye bir albüm var ki, dün mia-glesian hanımefendiyle müzik hakkında konuşurken belirttiğim "tam istediğim gibi post-rock" albüm. Metal sayılabilecek kadar sertlik, yoğun trafik, güzel davullar. Shora bu albümü çıkardıktan sonra dağıldı mı bilmiyorum ama, umarım daha fazla müzik üretirler

edit: BAYA EFSANE, BAYA GÜZEL, BAYA EPIC! (evet caps.)

19 Ekim 2010 Salı

Crime in Choir

Sevgili blog, post-rock diyince hemen bitivermiyor tabi olay, binlerce alt türü var. (abarttım onlarca) Bunlardan biri olan math-rock hakikaten çok acaip bir tür. Daha önce Giraffes? Giraffes! gibi şahane bir isme sahip grup ile tanıştığım bu tür, aslında kafa sikmesiyle ünlü. Hani her kafa götürmez ama aslında çok eğlenceli.

Crime in Choir ise bu türün dinlenebilenini yapmış. Çok enerjik, bol sololu, hızlı rtimli, ve totalde şahane. Hele gift givers şarkısına bittim. Hele ki o üflemeli çalgılar şarkıya şahane bir tat katmış.

18 Ekim 2010 Pazartesi

mammút

hayatımda youtube'dan grup bulacağım aklımın ucundan geçmezdi. ama oldu.

izlanda milliyetçisiyim. sayın emrsag'ın da dediği gibi "izlandiğin teki osurup kaydetse severek dinler"im. neyse ki mammút osurmuyor, tersine oldukça aktif, hopzıphop bir müzik yapıyorlar ki bunu da genç yaşlarına verebiliriz. 18-19 yaşlarındalarmış lan. neyse. tür olarak "alternatif" diyebilirim, hatta "pop rock" da diyebilirim kızın vokali pop'a çok elverişli olduğu için (in a good way). arada björkleşip uaaa diye bağırmaya başlayabiliyor ama bunu da izlandaca yaptığı için sorun etmiyorum. kimse etmesin.

son olarak "izlanda müziği izlandaca yapılmalıdır" diyor, faşizmimde son noktayı koyuyorum.

17 Ekim 2010 Pazar

There Steps to the Ocean

Bir arkadaşın tavsiyesi üzerine dinledim bu arkadaşları. İlk dinlediğim şarkıları 'submerged universe' epey umutlandırmıştı beni, ancak diğer şarkıları isimleri gibi gayet vasat kaldı. Akılda kalır, kulağa takılır bir farklarını göremedim, gayet generic, template'den yapılmış post-rock gibin kaldılar. Belki hep kritik olan 3. albümde birşeyleri aşarlar.

Kerretta

Uzun süredir yeni grup arayışına ara vermiştim. Okul&Şehir değiştirmek olsun, eski sevdalı olduğum gruplara saplanıp kalmak olsun, birkaç nedenden ötürü yeni şeyler indirmiyordum. Ama yeni şeyler indirme işlemine geri döndüğümde geçen hafta içinde ilk indirdiğim gruplardan biri kerretta. Kendimi "keretalar iyi müzik yapmış" demekten alıkoyamıyorum açıkçası, metal'e yakın sert bir sound ile dinleyeni çok üzmeyen, tüketimi kolay, enerjik bir müzik icra etmiş abiler. (belki 'cool' grup adeti yapıp bi kız basçı almışlardır, öyleyse de bilmiyorum). Gayet dinlenesi, şarkı içi trafik yoğunluğu olarak god is an astronaut'a yakın, caspian sertliğinde, afiyetle tüketiniz.

hey rosetta!

indie candır. bunu da en başından söyleyeyim ki sonradan "dostum post-rock demişsin ama bu laylaylom çıktı" tepkileri olmasın. last.fm'in önermekten bıkmadığı hey rosetta! ile de bu "indie candır" düşüncesiyle tanışıverdikti bir süre önce. bence herkes indie'ye karşı yer yer açlık duyar. duymalı. mutluluk veriyor nitekim. işte bir pazar sabahı (gerçi benim durumumda ikindisi oluyor ama neyse) laylayloom diye hoplaya zıplaya evimi temizlerken tam da açlık duyduğum şeyi bulmuş oldum hey rosetta! sayesinde.
(ayrıca beni newfoundland eyaletinden ve come by chance şehrinden haberdar da etmiş oldu, dünyamız ne kadar da güzel bir yer diye düşündüm bir daha.)

16 Ekim 2010 Cumartesi

sey hollo

bu isveçli abiyi yakın bir vakitte buluverdim. isveç'i severim. aslında kuzeyi severim, kutup kısmına yakınlaştıkça içim kıpır kıpır olur. işte sey hollo da içimi kıpır kıpır etti, özellikle de "thank you very much" ve "a toxic toast to broken promises" ile. arada sample'larla beslense de, tintin & vijuviju müziğinden çok daha öte olmuş, güzel olmuş bence.

1 mile north

şu genre dünyasında anlamadığım bir tür varsa o da atmosferiktir abi. raison d’être'i bir yana, ismini bile bir mantığa oturtamam. kafamda oluşan görüntü böyle bir uzay mekiğindeyiz, atmosferden çıktık çıkacağız, havada süzülerek tın tın tın müzik yapıyoruz, bu sırada houston da dinliyor bizi telsizin öteki ucundan. evet tam olarak böyle. öte yandan "tın tın tın" bu müziği sanırım ruhuna uygun biçimde anlatan en güzel örnekleme.
konuyu fazla dağıttım. 1 mile north diyecektim. işte bu duo'muz da böyle uzay mekiğinden süzülerek bize müzik yapıyorlar; pek rahat, pek huzurlular. hani dikkatini toparlaman gerekiyordur, önünde okuman gereken makale"ler" vardır, evin sessizliği de seni bunaltmıştır ama ne dinleyeceğini bilemiyorsundur filan: işte bu noktada 1 mile north bize ihtiyacımız olan "makale müziği"ni sunuyor.

(bundan sonra atmosferik yerine makale-istik diyeceğim galiba.)